Belki de bunca çaba bir an sahiden gülümseyebilmek içindir…
Bazen nedensiz yere ağlamak gelir, bir şey düğümlenir ya boğazına… Nedensiz değildir elbette, görmek, duymak, farkına varmak istemediğimizdendir o. Şeyleri bulanık hale getirmek insan zihninin kendini koruma hali sanırım. Daha doğrusu hislerini. Bazı sorular o bulanıklığı açma girişimidir sadece. Toz pembelere sarılmışken hem de, soruların gerçekliği biraz sarsıcı. Neden? Çok basit bir soru aslında, her ne kadar cevabı öyle olmasa da. Kişilik olur bazen cevap, bazen kültür, bazen toplumsal baskı, bazen de sadece susmak istemek çığlık atmamak için. Bu kadar çok kötülüğü dile getirmemek, görmemekten, hissetmemekten ya da canını acıtmamasından değil, dile geldiğinde daha da gerçek olmasından belki de. Kaçış mı bu? Nereye kadar? Bir gülümsemeye kadar mı ya da inadına kahkaha atabilmeye kadar. Ya da kim bilir aynı kaosun içinde kaybolana kadar. Yön bulmak için hep kayıp mı olmak gerek? Her kayıp yeni bir yol mu yoksa? Umutlu olmak mı gerek her yol ayrımında, yoksa üzülmek mi doğrusu? Ya da bir doğru yoktur da geriye dönüp bakmalar vardır sadece. Her geriye dönüş acılı mıdır? Hiç mi yok iyi ki’ler. Varsa da neden ilk onlar gelmezlerki akla? Azlar mı güçsüzler mi yoksa? Ya da hepsi geçmişin karanlığında boğulup kaldılar mı? Bu hayatın bir iyisi olmalı ve de gülümsemesi. Ama önce insanlığı olmalı, o ‘insanlık’ neyse hatırlanmalı. Başını çevirip gidememeli insan, bir dönüp bakabilmeli, konuşabilmeli. Ya da merhaba diyebilmeli. Nerede veya ne zaman kaybolduk bu kadar. Onca kalabalık içinde kayıp giden ruhlara döndük adeta. Bugün hayata kocaman bir güneş açmalı. Tüm karanlıkları silecek, tüm kötülükleri aydınlatacak ve tüm ışıkları yeniden pırıl pırıl yapacak… Bir gülümseme ile başlamalı gün, kahkahaya dönüşebilmeli hayat. Bir göz açıp kapasıya dememişler miydi yoksa?