31 Aralık 2009 Perşembe

...yeni

yeni yeni yepyeni, dünden neyi yeni, yarınsa tek farkı bugünün nesi yeni... ama işte yine de yeni, hem de yepyeni... umut etmekten, iyi dileklerde bulunmaktan vazgeçemeyeceğimiz kadar yeni, eee madem bu kadar yeni her şey olsun yepyeni...

30 Aralık 2009 Çarşamba

veda

Tüm ruhlardan ve hislerden arınmaya zorlanmış bir küçücük veda idi tüm o söylenenler, içten içe öyle hissedilmese bile. İyi ama öyleyse neden bu denli rahatsız edici? Ve ne yazık ki hiçbir zaman bilemeyeceksin seni ne kadar çok özlediğimi...

26 Aralık 2009 Cumartesi

duvar...

"Hangi tarafta olduğunuzun en belirsiz olduğu aralık mıdır eşik, yoksa tam aksine bir tarafı tutar ve onu mu işaret eder?"

balık Merk..












MERK balık bugün öldü...

24 Aralık 2009 Perşembe

...d-ol-u


bul
utl
a
r
d
ol
m
u
ş
t
u...

duvar...

Embriyonun dokuz ay sonunda bir bedene dönüşmesi gibi… Dönüşen bedense ancak bir o kadar daha zaman geçtikten sonra dünyaya temas edebilir. Gelişim… Bakmamız gereken yer ise embriyo-beden (insan) ilişkisidir. Nasıl olacağını, neye benzeyeceğini bilemeyiz. Ancak şunu biliriz ki; iki kolu, iki ayağı, bir başı ve gövdesi, bir aksilik çıkmadığı takdirde, mutlaka olacaktır. Bilinen-bilinmeyen, görülen-görülmeyen, şüphe duyulan-kabul edilen… Peki neden ya şüphe duyarız ya da kabul ederiz? Düşünme- matematiksel formül arasındaki ilişki(sizlik) neden? “Formüle bakarak yaşamanın ne tadı olabilir ki?” (*)


Techne; imal etme olarak değil, gizini açma olarak bir öne çıkmadır. Öyleyse “duvar” a nasıl bakmalıyız? Duvarı el altında duran bir nesne olarak kabul edebilir miyiz? Duvar; her yeri salt gerçekliğiyle gösterebilen şeffaf bir nesne olarak da, yalnızca ‘durduğumuz’ yeri gösteren yansıtıcı bir ara durum olarak da ya da masif bir kütle iken de hiçbir ikili durumla ilişki kuramayan bir ‘nesne’ olarak var olabilirse, bunu Aristocu nedensellik ilkeleriyle temas ettirebildiğimiz, ilişkilendirebildiğimiz zaman ‘teknik’ nedir? “Teknik, amaçlara ulaşmak için kullanılan araçlardır.” O halde hafızadan sıyrıldığımızda nasıl bir teknikle duvarın gizini açarız? İrade dışı bir gerçeklikle doğrudan ilişki kurabilmek…

"...bir duvar vardı. Önemli görünmüyordu. Kesilmemiş taşlardan örülmüş, kabaca sıvanmıştı. Erişkin biri üzerinden uzanıp bakabilir, bir çocuk bile üzerine tırmanabilirdi. Yolla kesiştiği yerde bir kapısı yoktu, orada yerin geometrisine indirgeniyordu. Bir çizgiye, bir sınır düşüncesine. Ama düşünce gerçekti, önemliydi. Yedi kuşak boyunca dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı.
Bütün duvarlar gibi iki anlamlı, ikiyüzlüydü. Neyin içerde neyin dışarıda olduğu, duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı."(**)


“Çizgili at zebra değildir.”(***) Ancak ilk baktığımızda bellek bize zebrayı söyler. Oysa o çizgili de olsa boyansa da özü attır.


Grek’e kadar sıfır noktasına ulaşabilmeyi, varlığın anlamını bulabilme önemliydi. Nesneler bize değil (bugünkü gibi) biz nesnelere müdahale ederdik. İnsan bilinçli ve iradeli bir varlık olarak bilinçsiz ve iradesiz nesneler dünyasına bırakılmıştır. Doğumdan sonra gelişimini tamamlayamayan bir bebek gibi hafızasız olarak nedensellik-kabul etme ilişkisini kurgulayabilmek…


*Dostoyevski
**Ursula K. Le Guin
***L.Kahn










...gidiş

Yaklaşık yarım sene sonra tekrar karşılaşacaklardı. Artık sabah da olmazdı. Ama bu gecenin geçmesi gerekiyordu. Ne hissediyordu? Onca şeye rağmen affedebilir miydi onu? Kolay olmayacaktı... Dışarı çıkmaya karar verdi. Siyah ve rüzgarın haykırdığı bir gece. Rüzgar ağlar mıydı? Yoksa ağlayan kendisi miydi? Yalnızca ayak sesleri vardı kaldırımda, rüzgarı saymazsa. Kalabalık bir caddeye yanaşıyordu şimdi. Müzik ve kadın sesleri. Birkaç sarhoş adam da görmeye başladı. Bu şehrin alışılagelmiş manzarası. Kafası karmakarışık olmuştu, ne yapacağını ne hissedeceğini bilemiyordu. Lanet olası bir gece… ancak yaşaması şarttı bu geceyi yoksa sabah olmayacaktı. Sanki artık rüzgar da yorulmuştu pes etmek istiyordu. Belki bir hayalin peşine gidiyordu yahut bir hayaletin. Kan kadar kırmızı, keder kadar acı ama mutluluk kadar tatlıydı. Ne bu sokaklar biterdi bu gece ne de içindeki yürüme hevesi. Öyle bir heves ki doyumsuz bir maviliğin kokusu gibi.

Feryat sesleri geliyordu ilerden. Duyguları ve düşünceleri tartışıyordu şimdi. Uzun bir vakitten sonra düşünceleri mağlup oldu. Ve gitti…
Sabah olmuştu. Yarım sene sonra olmasının istenildiği sabah. Haykıran rüzgarın yerini ağlayan gökyüzü almıştı şimdi. Hıçkırarak doyasıya ağlamak… öyle bir ağlamak ki isyan etmek sanki. Kadere, yaşama, huzura, ayrılığa, mutluluğa, kedere, birlikteliklere, aşklara, ölümlere… Her şeye isyan etmek. Sebebi bilinmez…
Müziğin, kadınların ve sarhoşların seslerinin yerini kalabalığın gürültüsü almıştı şimdi. En önemlisi de feryat seslerinin yerini. Neydi bu? Her umut hüsrana mı uğramalıydı, bekleyişler boşa mı çıkmalıydı? Kim bilir, belki…
Sessiz kaldırımlar ıslanmıştı şimdi. Ayak sesleri de kalabalığın fısıltısına bırakmıştı yerini. Gece duyguları mağlup gelmeliydi oysa… ama olmadı. Şimdi kendisinden geride umutsuz bir bekleyiş bırakmıştı kendisinin ki gibi. Şimdi kan gerçekten kırmızı, keder gerçekten acıydı. Oysa o yalnızca tatlı bir mutluluk dilemişti, gidişiyle beraber…

* Yazılış tarihi 2001.


21 Aralık 2009 Pazartesi


Kozasından sıyrılıp kelebek olmaya çalışan bir tırtıl gibi, en aceleci yaşamına rağmen, bu kadar çok beklemenin bir bedeli olmalı!

20 Aralık 2009 Pazar

Aidiyetlik Projesi

Sahiplenme güdüsü eksikti. Kendisini bir yere ya da bir kişiye ait ya da bir şey/kişi ona aitmiş gibi hissetmemişti hiçbir zaman.
Tabi ki sevdalandığı şehirler vardı ve de insanlar. En çok da yaşamak zorunda olduğu kentte nefes almak ve yaşadığını hissetmek için herkesten gizli gidip aşk tazelediği okuldaki hocalarının pek sevdiği deyimle; kent nişleri.
Fakat bu güdü eksikliği insanlarla kurduğu ilişkilerde problem yaratıyordu. Sevdiği insana karşı herhangi bir sorumluluk hissedemiyordu. Neden bir yere giderken haber versin ya da izin alsın ki. Küçükken ona sadece onu Yaradan’ın sahip olduğu ve sadece ona ait olduğu söylenmişti. Garip bir şekilde başka birini daha asla kabul edemiyordu.
Acaba kendimi programlasam mı dedi içinden. Bir yer seçse ve de bir kişi, evet ben buraya ait olmak istiyorum ve de bu kişiye dese… sonra yavaş yavaş alıştırsa kendini, olur muydu acaba??? Hııı evet eminim olur! Dedi ve aynı hızla vazgeçti. Sonra güldü, tüm ağlanacak hallerine yaptığı gibi. İşte vazgeçilmiş bir proje daha dedi, “ aidiyetlik projesi”, ve yaptığı işe geri döndü…

18 Aralık 2009 Cuma

Aslında bütün mesele neydi?

Tüm bu kim-lik sorgulamalarının ve telaşlarının ardından yeni bir sayfa açma çabası 'nerede' bir bedene bürünecek kim bilir. Şimdi bekleme zamanı, yeniden başlayabilmek için...