26 Şubat 2014 Çarşamba

Gercek/R

"Gercek simdiki an, gelecegi yeyip bitiren gecmisin ele avuca sigmaz ilerleyisidir. Isin gercegi, her turlu duyu, bellegin parcalarindan baska bir degildir." H. B. 
Bunu okuyunca déjà vu geliyor aklima. Bellegin parcalari, -mis gibi olma hali... Gercegin ne oldugu var bir de. Ornegin her gun kalkipta bugun gunes dogudan dogup batidan batacak mi diye kontrol etmiyoruz. (Boyle bir davranis ciddi anlamda bir tekinsizlik yaratirdi zaten ya da akil ile ilgili bir suphe-bu akil ve delilik meselesi de zaten 'gercek'lik arayisinda onemli bir nokta). Gunesin dogmasi ve batmasi bir gerceklik. Ama bunun ifade araci olan 'dil' bir uretim, bir kabul yalnizca. 'Gunes' 'dogu' 'bati' uretilen, kabul goren. Yani ifade araci degil ama ifade edilenin kendisi bir 'gerceklik'. Metaforsuz ama nerdeyse ona acik bir durum. Durum yanlis kelime olabilir belki de buna olay demek gerekir. 
Bu nokta da belki 'gercek' diye adlandirdigimiz bir cok sey bir 'kabul' den oteye gecmemekte. Burada 'farkindalik' ciddi bir cozum araci olabilir. Ister toplumsal ister uluslararasi olsun kabul sadece kabuldur ve yalnizca bireyi topluma dahil eder. O halde gercek hepimizin ortak paydasi degildir ve degiskendir. Bazen de bazi durumlara boyle bakmak faydali olabilir. 

8 Şubat 2014 Cumartesi

İSTANBUL’DA BİR MERHAMET HAFTASI / MURAT GÜLSOY




Max Ernst’in kitabından alınan 7 resim, haftanın 7 gününde, birbirini tanımayan 7 kişiye gönderilir ve roman başlar…
Kitabın arka kapak yazısında “…yazıdan bir aynaya bakmaya çağırıyor okurunu. Anlamı kendinden gizli bir dünyayı seyre dalan insanların zihinlerinde geziniyoruz. Bir şeye, dünyaya, insanlara bakmanın kendimize bakmak; kendimize bakmanın bir şeye, dünyaya, insanlara bakmak olduğunu hissederek...” yazıyor.
Sahi, ‘bakmak’ kendimize, dünyaya, bir şeye ya da insanlara nasıl gerçekleşir?

1.resim: İçeride büyütülenler bazen öyle bir hal alır ki, bu sizi ‘ötekileştirir’. Ötekileşen ise bakılana dönüşür bir anda, belki tek yaptığı elinde bir çiçek beklemektir gelecek olanı, gelip de o kükreyen başı ehlileştirecek olanı.
2.resim: Bakma yatağımın beyazlığına, aldanma yumuşaklığına. Görmüyor musun etrafım siyah, karanlık. Tablolar bile yarım. Ya da çevir gözlerini benden de bak ayaklarının dibine, azgın sularda çırpınan adamları da mı görmüyorsun. Gelme, ben sana gel desem de!
3.resim: Yalnız tablolarda görünüyorsa doğa, perdeler ile gizleniyorsa dünya, kadının kanatları, adamın dizlerinde hale normal olamaz mı acaba? Adam yapraklı bir platformun kıyısında hem sabit, hem uçacakmış gibi hem de başı önde. Saygıdan mı bilmem ama şapka elinde, kadının eli adama dokunmak üzere, belki tereddütte.
4.resim: Birçok baykuş gecenin zifiri karanlığında avlanır. Belki bu yüzden adamın kafası baykuş, yan yana iki otel odası, ikişer kere yazılmış oda numaraları. Kadında gecenin karanlığına bir maske ile karışmış. Belki biraz çekimser. Adam ikna çabalarında gibi. Peki, o yerde ki kocaman gözü fark etmişler midir?
5.resim: Semadan dünyaya geçişin en verimli figürü müdür kadın? Önünde bir kase dolusu yumurta, küçücük. Ve öyle küçük kalmış ki horoz, belki adam, kendisine göre dev bir yumurtanın üzerinde, başı yukarda, zannedersin tüm dünyaya hakim… Merdivenlerin sonu her zaman güzel bir manzaraya çıkar mı?
6.resim: Şu anatomi ne tuhaf şey. Okullarda numaralandırılan yarım iç organ maketleri (öyle mi denir bilmiyorum) geldi aklıma. Bağırsakların arasına sıkışmış kadın ve adam. Sanırım adam kurtarmış kendini de, yazık kadın sadece ayaklarını çıkarabilmiş. Ahh o kurukafa yok mu,yalnızca cehalet mi şimdi bu?
7.resim: Kadın; yumuşak yerlerde de olsan, zifiri karanlıkta da, uzanmış da olsan, gözlerin hep kurtarılmayı bekliyor sanki. Bir yere kurdeleler ile bir yere omurga ile sabitlenmişsin. Ne ile olduğu önemli mi, kurdele olması o çivilenme etkisini azaltır mı hiç?

…işte bunlar her resme ilk baktığımda aldığım kısa notlar. Yazarın oyununa katıldım ben de kendimce. Okumayanlara da şiddetle tavsiye ederim. Murat Gülsoy’un kitapları ile bir kez tanışanlar, sanırım ondan ayrılamayacaklar…