24 Aralık 2009 Perşembe

...gidiş

Yaklaşık yarım sene sonra tekrar karşılaşacaklardı. Artık sabah da olmazdı. Ama bu gecenin geçmesi gerekiyordu. Ne hissediyordu? Onca şeye rağmen affedebilir miydi onu? Kolay olmayacaktı... Dışarı çıkmaya karar verdi. Siyah ve rüzgarın haykırdığı bir gece. Rüzgar ağlar mıydı? Yoksa ağlayan kendisi miydi? Yalnızca ayak sesleri vardı kaldırımda, rüzgarı saymazsa. Kalabalık bir caddeye yanaşıyordu şimdi. Müzik ve kadın sesleri. Birkaç sarhoş adam da görmeye başladı. Bu şehrin alışılagelmiş manzarası. Kafası karmakarışık olmuştu, ne yapacağını ne hissedeceğini bilemiyordu. Lanet olası bir gece… ancak yaşaması şarttı bu geceyi yoksa sabah olmayacaktı. Sanki artık rüzgar da yorulmuştu pes etmek istiyordu. Belki bir hayalin peşine gidiyordu yahut bir hayaletin. Kan kadar kırmızı, keder kadar acı ama mutluluk kadar tatlıydı. Ne bu sokaklar biterdi bu gece ne de içindeki yürüme hevesi. Öyle bir heves ki doyumsuz bir maviliğin kokusu gibi.

Feryat sesleri geliyordu ilerden. Duyguları ve düşünceleri tartışıyordu şimdi. Uzun bir vakitten sonra düşünceleri mağlup oldu. Ve gitti…
Sabah olmuştu. Yarım sene sonra olmasının istenildiği sabah. Haykıran rüzgarın yerini ağlayan gökyüzü almıştı şimdi. Hıçkırarak doyasıya ağlamak… öyle bir ağlamak ki isyan etmek sanki. Kadere, yaşama, huzura, ayrılığa, mutluluğa, kedere, birlikteliklere, aşklara, ölümlere… Her şeye isyan etmek. Sebebi bilinmez…
Müziğin, kadınların ve sarhoşların seslerinin yerini kalabalığın gürültüsü almıştı şimdi. En önemlisi de feryat seslerinin yerini. Neydi bu? Her umut hüsrana mı uğramalıydı, bekleyişler boşa mı çıkmalıydı? Kim bilir, belki…
Sessiz kaldırımlar ıslanmıştı şimdi. Ayak sesleri de kalabalığın fısıltısına bırakmıştı yerini. Gece duyguları mağlup gelmeliydi oysa… ama olmadı. Şimdi kendisinden geride umutsuz bir bekleyiş bırakmıştı kendisinin ki gibi. Şimdi kan gerçekten kırmızı, keder gerçekten acıydı. Oysa o yalnızca tatlı bir mutluluk dilemişti, gidişiyle beraber…

* Yazılış tarihi 2001.


Hiç yorum yok: