24 Aralık 2009 Perşembe

duvar...

Embriyonun dokuz ay sonunda bir bedene dönüşmesi gibi… Dönüşen bedense ancak bir o kadar daha zaman geçtikten sonra dünyaya temas edebilir. Gelişim… Bakmamız gereken yer ise embriyo-beden (insan) ilişkisidir. Nasıl olacağını, neye benzeyeceğini bilemeyiz. Ancak şunu biliriz ki; iki kolu, iki ayağı, bir başı ve gövdesi, bir aksilik çıkmadığı takdirde, mutlaka olacaktır. Bilinen-bilinmeyen, görülen-görülmeyen, şüphe duyulan-kabul edilen… Peki neden ya şüphe duyarız ya da kabul ederiz? Düşünme- matematiksel formül arasındaki ilişki(sizlik) neden? “Formüle bakarak yaşamanın ne tadı olabilir ki?” (*)


Techne; imal etme olarak değil, gizini açma olarak bir öne çıkmadır. Öyleyse “duvar” a nasıl bakmalıyız? Duvarı el altında duran bir nesne olarak kabul edebilir miyiz? Duvar; her yeri salt gerçekliğiyle gösterebilen şeffaf bir nesne olarak da, yalnızca ‘durduğumuz’ yeri gösteren yansıtıcı bir ara durum olarak da ya da masif bir kütle iken de hiçbir ikili durumla ilişki kuramayan bir ‘nesne’ olarak var olabilirse, bunu Aristocu nedensellik ilkeleriyle temas ettirebildiğimiz, ilişkilendirebildiğimiz zaman ‘teknik’ nedir? “Teknik, amaçlara ulaşmak için kullanılan araçlardır.” O halde hafızadan sıyrıldığımızda nasıl bir teknikle duvarın gizini açarız? İrade dışı bir gerçeklikle doğrudan ilişki kurabilmek…

"...bir duvar vardı. Önemli görünmüyordu. Kesilmemiş taşlardan örülmüş, kabaca sıvanmıştı. Erişkin biri üzerinden uzanıp bakabilir, bir çocuk bile üzerine tırmanabilirdi. Yolla kesiştiği yerde bir kapısı yoktu, orada yerin geometrisine indirgeniyordu. Bir çizgiye, bir sınır düşüncesine. Ama düşünce gerçekti, önemliydi. Yedi kuşak boyunca dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı.
Bütün duvarlar gibi iki anlamlı, ikiyüzlüydü. Neyin içerde neyin dışarıda olduğu, duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı."(**)


“Çizgili at zebra değildir.”(***) Ancak ilk baktığımızda bellek bize zebrayı söyler. Oysa o çizgili de olsa boyansa da özü attır.


Grek’e kadar sıfır noktasına ulaşabilmeyi, varlığın anlamını bulabilme önemliydi. Nesneler bize değil (bugünkü gibi) biz nesnelere müdahale ederdik. İnsan bilinçli ve iradeli bir varlık olarak bilinçsiz ve iradesiz nesneler dünyasına bırakılmıştır. Doğumdan sonra gelişimini tamamlayamayan bir bebek gibi hafızasız olarak nedensellik-kabul etme ilişkisini kurgulayabilmek…


*Dostoyevski
**Ursula K. Le Guin
***L.Kahn










Hiç yorum yok: