1.GİRİŞ
Sosyal ilişkilerin, yaşam biçimlerinin hızla değiştiği ve yapım tekniklerinin tek düze bir hal aldığı günümüzde kentlerimizin barındırdıkları tarihî devirlerin sosyal, ekonomik, mimari özelliklerini simgeleyen kültür varlıklarının, geleneksel yerleşim alanlarının, yaşam biçimlerinin incelenmesi ve gelecek kuşaklara korunarak aktarılması, yerel kimliklerin korunması, mimarlık, şehircilik ve sosyal tarihin okunması bağlamında büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda kentlerin ‘nasıl’ kullanıldığı, ne türden bir gelişim süreci geçirdiği, yaşanılabilir ve sürdürülebilir bir kent için neler yapıldığı-yapılması gerektiği önemlidir. Dolayısıyla bu çalışma Amasya kenti üzerinden kendini var etmeyi amaçlamaktadır.
Hitit belgelerine göre Amasya'nın bilinen ilk adının Hakmiş [Khakm(p)is] olduğu sanılmaktadır. Bu isim Perslerin Amasya'yı fethine kadar devam etmiştir. Amasya'nın Pontus dönemindeki adı " Amasseia " dır. Özellikle M.Ö. II. yüzyıldan itibaren darp edilen Amasya şehir sikkelerinde AMA€€EİA ibaresi açıkça görülmektedir. (EK 1)
Amasya ili, Türk tarihinde önemli kültür merkezlerinden biridir. Amasya’da yerleşimin M.Ö.13. bine kadar ulaştığı düşünülmektedir. Bu dönemden günümüze, birçok devletin egemenliği görülmektedir. Hititler’den itibaren önemli bir merkez konumundaki Amasya, Pontus Krallığı’na başkentlik yaptığı dönemde daha da gelişmiş, önemini Roma ve Bizans devrinde de sürdürmüştür. 1075 yılında Amasya’da, Danişmendli egemenliğiyle, yeni bir dönem başlamıştır. Daha sonra Selçuklular, İlhanlılar, Ertana Beyliği ve Amasya Beyliği, en nihayetinde Osmanlı İmparatorluğu Amasya’da söz sahibi olmuştur. Selçuklulardan beri ilim merkezi olması özelliğini, “Şehzadeler Şehri” (HARİTA1) olduğu Osmanlı Döneminde de sürdürmüş ve çoğu bu dönemden günümüze kalan yerleşim dokusu ve yapı zenginliğine kavuşmuştur. Eski Kral Mezarları, Selçuklu ve Osmanlı Dönemi yapılarının yanı sıra sivil mimarlık örneği konutlar da, büyük ölçüde günümüze kadar korunmuştur. Türk döneminde Amasya, birçok kez önemli görevler üstlenmiştir. Çelebi Mehmet devrinde, bozulan Anadolu birliğinin yeniden kurulmasında ve milli mücadele yıllarında, vatanın kurtarılmasında Amasya etkin rol oynamıştır. 22 Haziran 1919’da, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları tarafından imzalanan Amasya Tamimi’nde alınan kararlar, bağımsızlığa giden yoldaki ilk basamak olmuştur. (EK 2)
Doğal yapı olarak kent merkezinden geçen Yeşilırmak ve kuzeyden Tersakan Çayı ile akarsu kenarındaki düzlüklerdeki alanlar ve kenti çevreleyen yüksek kayalık dağlar, Amasya’ya kendine özgü bir görünüm kazandırmış ve yerleşme kararlarını etkilemiştir. Amasya ili konumu itibariyle Yeşilırmak nehrinin doğu batı doğrultusunu aldığı kesimde bu nehrin iki kıyısında kurulmuştur. Yeşilırmak’ın kuzey kıyısında kale kalıntıları kral mezarları ile Yeşilırmak arasında yerleşim alanı dar olduğundan yerleşme ince bir şerit oluşturmaktadır. Kentin sahip olduğu bu doğal yapı, Amasya şehri için kentsel koruma olgusunun önemini daha da arttırmakta, bu süreç içerisinde mevcut yapı stoklarının sağlıklaştırılarak sürekli kullanıma kazandırılması gerekmektedir.
2. ÇALIŞMANIN AMAÇ, KAPSAM VE YÖNTEMİ
Bu çalışma, Amasya kentinin öncelikle genel olarak fiziki yapısını, tarihsel gelişim sürecini, kentte ne türden yaşarlılıkların olduğunu aktarmaktadır. Sonrasında ise Amasya kentinin kullanımının zaman içerisinde ne türden değişikliklere-dönüşümlere uğradığını aktarma, bunu yaparken de II. Beyazıt Külliyesi ve Bimarhane aksını referans almaktadır.
Kentin coğrafi özellikleri, konumu, yer şekilleri, sahip olduğu topografya ve jeolojik yapı, iklim ve bitki örtüsü gibi, çalışma alanı yerleşim dokusunu etkileyen faktörler incelenmiştir. Kentin sosyo – ekonomik yapısı, nüfus ve ulaşım kriterleri, Yalıboyu yerleşme şartlarını etkileyen faktörler incelenmiştir.
Hatuniye mahallesi sınırlarında bulunan Yalıboyu, ayrıcalıklı konumu ve sergilediği konut peyzajı, estetik değeri ile kent siluetinde Amasya için oldukça büyük bir öneme sahiptir. Bu özellikleri ile yerel mimari ve uluslararası boyutta dikkat çekmektedir. Yalıboyu, yerleşim dokusu, kültürel sürekliliğin sağlanması ve kent kimliğinin geleceğe aktarılması sürecinde, kentsel koruma ve değerlendirme bağlamında önemli bir yere sahiptir.
3.AMASYA’NIN FİZİKSEL ÖZELLİKLERİ
Kentin coğrafi özellikleri, konumu, yer şekilleri, sahip olduğu topografya ve jeolojik yapı, iklim ve bitki örtüsü gibi, çalışma alanı yerleşim dokusunu etkileyen faktörler incelenmiş, kentin siyasi, fiziksel gelişimi ve bugünkü mekânsal yapısı paralelinde, çalışma alanı genel karakteri belirlenmiştir. Kentin sosyo – ekonomik yapısı, nüfus ve ulaşım kriterleri, Hatuniye Mahallesi-Yalıboyu yerleşme şartlarını etkileyen faktörler olarak incelenmiştir. (HARİTA 2,3)
3.1 AMASYA’NIN COĞRAFİ ÖZELLİKLERİ
Kentin sahip olduğu coğrafi özellikler, yerleşim dokusu, yer şekilleri, iklim, sosyo-ekonomik yapı gibi başlıklar altında ele alınmıştır. Bu analizler, çalışma alanında yerleşim ilkeleri bazında bilgi sağlamak amacıyla yapılmıştır.
Ilıman iklim özellikleri, sulak, verimli arazisi ve savunmaya elverişli yüksek dağları ile Amasya tarih boyunca çeşitli medeniyetlerin yaşadığı bir kent olmuştur. Çalışmanın bu kısmında, Amasya’nın konumu, yeryüzü şekilleri ve iklimi ayrı başlıklar altında incelenmiştir.
3.1.1 AMASYA’NIN KONUMU
40º 15' ve 41º 03' Kuzey Enlemi ile 35º 00' ve 36º 30' Doğu Boylamı arasında bulunan Amasya, Karadeniz Bölgesi’nin Orta Karadeniz bölümünde yer almaktadır. Kuzeyde Samsun, batıda Çorum ve güneyde Tokat Amasya topraklarını çevrelemektedir. Yüzölçümü 5690 km² olan Amasya’nın rakımı 392m’dir. Hamamözü, Göynücek, Gümüşhacıköy, Merzifon, Suluova ve Taşova Amasya’nın ilçeleridir. Bu ilçelerin yanı sıra, 23 belde ve 348 köy Amasya’ya bağlı bulunmaktadır. (HARİTA 4,5)
3.1.2 YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ
Amasya’nın coğrafi yapısı, Kuzey Anadolu Dağları’nın güney yamaçlarında asırlarca devam eden çeşitli volkanik ve tektonik hareketler sonucu oluşmuştur. Yeşilırmak, Çekerek, Deliçay, Tersakan ve bunların kolları olan irili ufaklı birçok çay ve dere, yaylada derin vadiler açmış, dar boğazlar ve mahsüldar ovalar meydana getirmiştir. İl sınırları içinde 140km uzunluğa sahip olan Yeşilırmak’ın antik çağdaki adı İris’tir. Yeşilırmak ayrıca "Nehr-i Amas" ve "Nehr-i Amis" isimleri ile de anılmıştır. İl merkezi derin bir vadi etrafında gelişmiştir. Bu merkezi Kırklar Dağı, Karaman Dağı, Lokman Dağı ve Ferhat Dağı çevrelemektedir. Bu dağların ortalama yükseklikleri 800-900 m iken, şehrin en yüksek noktası 2062 m’ye ulaşan Akdağ’dır. Harşena Dağı, şehir merkezinde, küçük ama önemli bir yere sahiptir. (ŞEKİL 1, HARİTA 7)
3.1.3 AMASYA’NIN İKLİMİ
Amasya il merkezinde yıllık ortalama sıcaklık 13.9 ºC, yıllık ortalama yağış miktarı da 397.5 mm’dir. Yağışların %35.6’sı kış aylarında düşer. Bu özellikleri ile Amasya iklimi Karadeniz iklimi ile Kara iklimi arasında geçiş niteliğindedir.
3.2 SOSYO-EKONOMİK YAPI
3.2.1 NÜFUS
1927 yılında Türkiye’nin nüfusu 13.648.270 iken, Amasya İlinin nüfusu 115.191 olarak tespit edilmiştir. Bu tarihte Amasya, nüfus büyüklüğü açısından 63 İl arasında 51. sırada yer almıştır. 2000 yılı genel nüfus sayımı sonuçlarına göre yaklaşık genel nüfusu 375.881’dir ve 81 il arasında 53. sırada bulunmaktadır. 2000 yılı genel nüfus sayımı sonuçlarına göre, il genelinde mevcut 348 köy ve 25 beldede toplam nüfus sayısı, 168.610 olup, bu rakam il toplam nüfusunun % 46'sını oluşturmaktadır. İl merkezine bağlı 101 köy, 6 belde olup, nüfus miktarı ise 58.814’dür.
Son 73 yılda Türkiye’nin nüfusu yaklaşık 5 kat artış göstermiştir. Aynı dönemde
Amasya ilinin nüfusu yaklaşık 3.2 kat artış göstermiş ve 2000 yılında 375.881’e yükselmiştir. 1927-1935 döneminde Amasya İli'nin nüfus artış hızı % 13.3 tür. 1927- 2000 döneminde Amasya İli'nin nüfus artışı incelendiğinde, üç farklı dönem gözlenmiştir. 1985 yılına kadar nüfus sürekli olarak artmış, en yüksek yıllık nüfus artış hızı %65.46 ile 1950-1955 döneminde gerçekleşmiştir. 1985-1990 döneminde ilin nüfusu %0.61'lik artış hızı ile düşme göstermiş ve 1990 yılından sonra tekrar artma eğilimine girmiştir.
İlin yıllık nüfus artış hızı en yüksek olan ilçesi % 9.2 ile Suluova iken, en az olan ilçesi %2.8 ile Hamamözü' dür. İl de bulunan toplam 370 köyden 281' inin nüfusu 500' ün altında olup, köylerin büyük çoğunluğu oldukça düşük bir nüfusa sahiptir.
3.2.2. ULAŞIM
Amasya, komşu illerden Samsun, Çorum ve Tokat'a Karayolu ile bağlıdır. Transit karayolu güzergahı 100-17,100-18 ve 100-19 kontrol kesim no'lu devlet yolu (Avrupa – İran Uluslararası Transit Karayolu) üzerinde yer almaktadır. İl genelinde yolu bulunmayan yerleşim merkezi olmadığı gibi köy yollarının da %90'ı asfalttır. Yaz-kış ulaşım sorunu yoktur.
4. AMASYA’NIN SİYASİ, İDARİ, FİZİKSEL GELİŞİMİ VE BUGÜNKÜ MEKÂNSAL ANALİZİ
Amasya Ferhad, Fon ve Pont dağlarının eteğindeki eski adı İris ve Tozanlı olan Yeşilırmak’ın iki tarafında, kuzeydoğudan güneybatıya doğru dar bir sahaya sıkışan uzun bir vadide kurulmuş bir kenttir. Nehrin kuzey yamacı çok diktir, tepesinde Harşene Kalesi kalıntıları, yamacında Kral Kaya Mezarları vardır. Irmağın kuzey kıyısında, bugünkü kalıntıları birkaç konutun temeli ile sınırlı olan Enderun Kalesi bulunmaktadır. Bu genel yapı günümüze kadar değişmemiştir. Amaseia, Amas, Vadi-i Harşene isimleri ile kaydedilen Amasya’nın kurucusu konusunda tarihçiler ihtilâftadır. Ancak hepsi de şehrin 4000 yıl kadar önceden var olduğu belirtmektedir. Harşene Kalesi bölgede ilk yerleşik hayat sürenler tarafından kullanılmıştır. Amasya, savunma gereksinimi duyduğu zamanlarda Yeşilırmağın kuzey kıyısındaki Enderun Kalesi içinde yerleştiği dönemler olsa da kuruluşundan beri sur dışında yoğun yerleşimleri olan, Anadolu’nun diğer şehirlerinden daha serbest bir yol izleyen Bursa, Manisa ve Bergama’dan daha erken sur duvarları dışına çıkmış bir şehirdir. 15. yüzyılda kentin Yeşilırmak’ın iki yanında karşılıklı iki tepenin eteklerine kadar uzandığı, topografik zorunluluklar nedeni ile batıdan ve kuzeydoğudan boğazlara doğru yayıldığı gözlemlenir. Kentin böyle bir yerleşme sonucu büyümeye başlamasının bir diğer nedeni ise Anadolu’daki önemli ticaret yolları üzerinde yer almasıdır. 15. yüzyılın önemli ticaret yolu olan Bursa Tebriz ticaret yolunun (ipek yolu) Amasya’dan geçmesi ve bu yolun ticari önemini koruması, kentin ticari faaliyetlerini sürdürmesi açısından bugün de var olan Taş Han ve günümüzde olmayan fakat varlığı bilinen Kapan Han ve Rıdvan Ağa Han’ın yapılmasını sağlamıştır. 15. yüzyıldan itibaren dokumacılık özellikle de ipek, bölgede önemli üretim kollarından biri olmuştur. Siyasî bakımdan pek çok değişiklik geçiren Amasya, 1386-1518 yılları arasında, Osmanlı Devleti'nin bir eyaleti olan Rûmiye-i Sugrâ Eyâleti'nin merkezi, 1518 – 1538 yılları arasında Eyalet merkezi Sivas'a nakledilince Sivas'a bağlı bir sancak (liva) merkezi, 1538 de vilâyet, 1553 - 1924 tarihleri arasında tekrar Sivas'a bağlı bir sancak, bu tarihten sonra ise il merkezi olmuştur. Celâli İsyanları (1550 - 1603) sırasında çok zarar görmüş olan kent, bundan sonra ise her bakımdan önemini kaybetmiştir. Milli mücadelenin başlangıcında Amasya Tamimi’nin burada imzalanması, Amasya’nın Türk kentleri arasındaki özel hüviyetini yeniden kazanmasını sağlamıştır.
5. AMASYA’NIN TARİHİ DOKUSUNDA YER ALAN MİMARİ ÖZELLİKLERİN BİR TURİZM OLGUSU OLARAK GÜNÜMÜZE TAŞINMASI
Kent sakinlerinin yaşam kalitesini artırmak ve sürdürülebilir gelişmeyi gerçekleştirebilmek adına, tarihi kent dokusunda değişikler olması kaçınılmazdır. Fakat bunu yaparken değiştirme-yenileme mantığı ile değil koruma ve kullanma mantığı ile hareket edilmelidir.
Amasya da kentsel dönüşüm projelerini ele alırken kültür mirasına sahip alanlarda dikkatli davranılması gerekmektedir. Gardon(2006)’ya göre, tarihi mekânlara sahip kentlerde değişim projeleri uygularken, çağdaş ve kaliteli tasarım ve uygulama, kültür ve tarihe duyarlılık, mevcut doku ve mimariye uygunluk, tarihi kent çevresine katkıda bulunmak, mevcut tarihi doku içinde, kabul edilebilir ölçülerde kalmak ilkelerine mutlaka uymalıdır. (EK 3)Amasya tarihi dokuya ve kendine has mimari özelliğe sahip bir şehirdir. Bu şehrin uzun tarihi geçmişi, bizlere tarihi zenginliklerle dolu bir miras bırakmıştır. Bu mirasın korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması önemsenmelidir.
EK 2: AMASYA’NIN TARİHİ
Orta Karadeniz Bölge’sinin Kara Kesimi’nde yer alan Amasya ili coğrafi konumu nedeniyle Orta Anadolu’ya bir geçiş yöresi niteliğindedir.
1940’lardan itibaren başlayan araştırmalara göre 1980’li yılların ortasından itibaren yoğunlaşmaya başlayan arkeolojik araştırmalarla birlikte Anadolu’nun az bilinen (terra incognita) bir bölgesi konumundan çıkmaya başlayan Amasya ilinin bu durumla koşut olarak Prohistorik Çağ ile ilgili bulguları da artış göstermiştir.
Amasya’nın coğrafi olarak yer aldığı Orta Karadeniz Bölgesi’nde gerçekleştirilmiş araştırmalar sırasında Tekkeköy-Fındıcak vadisi ile Ünye’nin doğusundaki Yüceler köyü yakınlarında ele geçirilmiş çakmaktaşı buluntuları ışığında, bölgenin en erken kültürünün Alt Paleolitik Çağ’a ait olduğu öne sürülmüştür.
Anadolu’nun birçok bölgesinin aksine Amasya ilinde ve hatta Karadeniz Bölgesi’nin orta bölümünde Neolitik Çağ’a ait yerleşmelerin bugüne kadar saptanmamış olması ilginçtir. Bu duruma sebep olarak, yerleşmelerden orman yakınlarındakilerin yoğun bitki örtüsü tarafından kaplanmış, ova kenarlarındakilerin ise bazı jeomorfolojik nedenlerle alüvyal dolgu altında kalmış olabileceği düşünülmektedir.
Amasya ili sınırları içinde bugüne değin gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında Geç Kalkolitik ve İlk Tunç Çağı’na tarihlendirilen pek çok yerleşme saptanmıştır. Bunlardan bazıları Amasya sınırları içerisinde Kalkolitik Çağa ait önemli bazı yerleşmeler arasında Amasya merkez Ovasaray köyü Hamam Tepesi höyüğü, Sarımeşe köyü Künbet höyüt, Keşlik köyü Koşapınar höyük ve Ayvalıpınar köyü Ayvalıpınar höyüğü ile Suluova ilçesi Kanatpınar köyü Devret Höyük ve Deveci köyü Yoğurtçu Baba höyükleri sayılabilir.
Amasya, Orta Tunç Çağında (M.Ö. 2500-200) Mezopotamya yazılı bilgilerinde ' Hatti Ülkesi ' olarak bilinen uygarlığın sınırları içerisinde kalmıştır. M.Ö. 2500-2000 tarihleri arasında Anadolu'da güçlü bir uygarlık kurmuş olan Hattilere ait önemli yerleşmelerden biri de Amasya Merkez İlçeye bağlı Mahmatlar Höyüğüdür.
Mahmatlar Höyük 1949 yılında ne yazık ki defineciler tarafından kaçak kazılar sonucu tahrip edilmiştir. Burada bulunan eserler daha sonra resmi makamlarca ele geçirilmiş olup altın, gümüş ve bronzdan oluşan bu eserler Hatti uygarlığın önemli yapıtlarındandır.
Hatti egemenliğine Hititler tarafından son verilmesi üzerine Amasya şehri Hititlerin egemenlik sahasında kalmıştır. Kendilerini Nesice konuşanlar anlamına gelen Nesili sözcüğü ile adlandıran Hititler Anadolu'da büyük bir siyasi birlik kurmuşlardır. Amasya şehri de bu dönemde Hİtitlerin sınırları içersinde kalmıştır.
Hititlerin Amasya’da ki önemli yerleşim yerlerinden biri Amasya merkez Doğantepe (Zara) belgesidir. Bu beldede bulunmuş olan ve M.Ö. 1400-1200 yılları arasında tarihlendirilen Hitit fırtına tanrısı Teşup'a ait olan bronz heykel günümüze intikal etmiş önemli Hitit eserlerindendir.
Son Tunç Çağı’na ait Amasya’nın en dikkat çekici eseri Doğantepe’de bir raslantı sonucu bulunan ve Hitit İmparatorluk Çağı’na tarihlenen tunçtan yapılmış tanrı heykelciğidir. Eğer ithal değilse, bu heykelcik taş ya da balmumu bir kalıba dökülmüş ve kol ile bacakları perçin delikleri ile tutturulmuş olması bakımından bölge madencilerinin üstün bir tekniğe sahip olduklarını işaret etmektedir.
Amasya Demir Çağı yerleşmelerinde ele geçen boya bezekli Geç Demir Çağı çanak-çömleğinde özellikle geometrik motiflerle oluşturulmuş bezemeler dikkat çekmektedir. Bunlar, çanaklar, çömlekler, testiler ve kraterler üzerinde görülmektedir.
Geç Demir Çağı’nda Orta Karadeniz Bölgesi’nde yerel ve göçebe kültürlerin yanı sıra Persler’in arkeolojik ve yazılı varlıklarına rastlanmaktadır.
Amasya ili Demir Çağı yerleşmelerinin çanak-çömleğe dayanarak Orta Karadeniz Bölgesi’nin diğer illeri ile yakın benzerliklere sahip olduğu görülmüştür.
M.Ö. 750 den sonra Siyasal bir güç olarak tarih sahnesine çıkmış olan Friglerin egemenlik sahası içerisinde kalmıştır. Frigler M.Ö. 676 yılında Kafkaslar üzerinden gelen Kimmerler'in saldırıları karşısında dayanamayarak kısa sürede güçlerini kaybetmiş ve yıkılma sürecine girmiştir. Kimmerler; bu dönemde Anadolu'da yer alan güçlü devletler karşısında bir tehdit unsuru olmuş ve sanatsal açıdan ilişkide bulundukları toplumları etkilemişlerdir. Kimmerler, Karadeniz bölgesinde yayılmış ve bu dönemde Amasya civarı Kimmerlerin egemenlik alanı içerisinde kalmıştır. Amasya'da Kimmerler devrine ait fazla eser olmamakla birlikte Gümüşhacıköy ilçesi İmirler köyündeki bir kurgandan çıkarılarak Amasya Müzesine getirilen madeni savaş aletleri bu döneme ait eserlerdir.
Anadolu tarihinde M.Ö. 675-585 arası önemli bir güç olarak varlığını hissettiren Kimmerler ve İsikitler, daha sonra yavaş yavaş etkinliğini yitirmişlerdir. İskitler genellikle Kimmerlerin yerleşim yerleri üzerinde gelişmişlerdir. Bu nedenle Amasya ve civarındaki Kimmer egemenliği sonrasında İskit egemenliği görülür. Anadolu'daki iki büyük güç olan Lidya ve Med devletleri arasında beş yıl boyunca süren savaşın son bulması üzerine M.Ö. 585 yılında her iki güç arasında Kızılırmak sınır olarak kabul edilmiş ve bunun üzerine Amasya Pers egemenliğine kadar Medlerin sınırları içerisinde kalmıştır. Kısa süren Med egemenliğinden sonra Amasya, M.Ö.576/46 tarihinde Pers İmparatorluğunun kurucusu Kyros'un Lidya kralı Kroisos'u yenmesi üzerine Anadolu'nun büyük çoğunluğu gibi Pers idaresi altında kalmıştır. Bu dönemde Amasya yaklaşık iki yüz ellik yıl boyunca Kapadokya Satraplığı olarak bilinen bölgenin sınırları içerisinde kalmıştır. M.Ö. 301 yılında Pers kökenli Mitridates Ktistes, Pontos Devletleri kurarak Amasya'yı başkent yapmıştır.
Mitridates Eupator'un oğlu olan Kırım kralı II. Pharnakes, Roma İmparatorluğu içerisinde yaşanan iç savaşlar nedeniyle Pontos Devletinin eski topraklarını bir süre geri almayı başarmış fakat M.Ö. 47 yılında Zela (Zile) yakınlarında (sezar) komutasındaki Roma birlikleriyle yaptığı savaşta yenilmesi üzerine, Amasya'nın içinde bulunduğu topraklar tekrar Roma egemenliğine geçmiştir.
Büyük Selçuklu ordusunun 1071 Malazgirt savaşını kazanması üzerine Sultan Alparslan'ın mahiyetinde bulunan üst düzey komutanlar, mahiyetlerindeki askerlerle birlikte Anadolu içlerine doğru akınlara başlamıştır. Bu akınlar sonucunda Anadolu'daki Bizans egemenliği sona ermiş ve kazanılan topraklarda, fetihleri yapan komutanlar Selçuklu Devletinin izniyle kendi içinde bağımsız beylikler kurmuşlardır.
Selçuklu Devleti'nin 1243 Kösedağ Savaşında Moğollara yenilmesinden sonra Anadolu'nun neredeyse her anı yağmalanmaya başlanmış ve Selçuklu Devleti yarım yüzyılı geçkin bir süre Moğollar tarafından sömürülmüştür. Bu yağma ve sömürü ortamında doğallıkla Amasya'da etkilenmiştir.
Anadolu'yu işgal etmiş olan Moğollar daha çok Amasya'nın da içinde bulunduğu orta Anadolu Bölgesine yerleşmişlerdir. Bu yerleşenlere genellikle Tatar adı verilmektedir. Bu dönemde Amasya'ya yerleşenler ise daha çok sol kol oymakları olarak da bilinen Ca'unğar oymaklarıdır.
İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han'ın 1335 yılında ölümü sonrasında, İlhanlıların Anadolu genel valisi bulunan Sultan Alaaddin Eratna Bağımsızlığını ilan ederek Eratnalılar Devletini kurmuş ve bu gelişmeler sonrasında ise Amasya742H./1341M. Tarihinde Eratnalıların egemenliği altına girmiştir. Amasya aynı yıl merkezi Niksar olan Taceddinoğulları Beyliği tarafından işgal edilmiş, bir süre bu işgale ses çıkarmayan sultan Eratna, Mısır Memluklu sultanı Melik Nasır'ın himaye ve desteğini sağladıktan sonra işgalciler üzerine emirlerinden Tülü Bey'i göndermiş ve bunun üzerine Tülü Bey Amasyalıların da yardımıyla Amasya ve çevresini Taceddin Doğanşah'ın elinden alarak bu işgale son vermiştir.
Sultan Eratna'dan sonra devleti yöneten sultanların zayıf olmaları ayrıca zevk ve sefaya düşkünlükleri devlet otoritesinin sarsılmasına ve görev yapan idarecilerin bağımsızlık fikrine kapılmalarına yol açmıştır. Bu yıllarda Amasya Emiri Hacı Şadgeldi Paşa da, kendi başına buyruk hareket etmeye başlamış ve daha sonra ise beyliğini ilan etmiştir.
Kadi Burhaneddin, Ali Bey'in ölümü üzerine (1380) hükümdar olan oglu Mehmed'in saltanat naibi oldu (1381). Bundan sonra ülkenin her tarafina elçiler ve mektuplar göndererek iktidari ele aldigini bildirdi. Ayrica pasalari, beyleri ve kumandanlari merkeze davet edip kendisine biat ettirdi. Ancak, Amasya emiri Haci Sadgeldi Pasa, bu davranisindan dolayi Kadi Burhaneddin'e düsman oldu. Burhaneddin Ahmed, küçük hükümdarin yerine geçmek istiyor fakat Haci Sadgeldi'den çekindigi için buna cesaret edemiyordu. Bir ara Sadgeldi'nin hastalandigini haber alan Kadi Burhaneddin musahibi ve mutemedi Ali Isa'yi Amasya'ya göndererek anlasmak istedi. Haci Sadgeldi bunu kabul etmedigi gibi iyilestikten sonra Sivas üzerine gidecegini bildirdi. Çok geçmeden kuvvetleriyle Sivas'a hareket eden Haci Sadgeldi'nin karsisina çikan Kadi Burhaneddin, bir takim vaadlerle düsmanlarini dagitmak istedi. Haci Sadgeldi müttefiklerinin kendisini terketmesi üzerine Kadi ile anlasmak istedi. Sivas'a gönderdigi elçi vasitasiyla Tokat'ta bir görüsme yapmayi teklif etti. Hatta bundan böyle Amasya ile yetinecegini, Sivas topraklarina taarruzda bulunmayacagini taahhüt etti. Fakat Amasya seferine hazirlanan Kadi Burhaneddin bunlari kabul etmeyerek savas hazirliklarini tamamladi. Iki ordu arasinda Tokat yakinlarinda Dervismendiye köyünde meydana gelen savas'ta Haci Sadgeldi öldürüldü ve Kadi Burhaneddin büyük bir zafer kazandi(1381). Böylece Kadi Burhaneddin fiilen ve hukuken hükümmdarligini ilan etti. Adina para bastirarak hutbe okuttu ve diger müslüman hükümdarlara elçiler göndererek cülusunu bildirdi. Sadgeldi'nin oglu Emir Ahmed Amasya'da hakimiyetini sürdürmeye devam etti. Eretna emirlerinden Seyavi Hüsam, Seyh Necip ve Eretna'nin kardesinin oglu Feridun Kadi Burhaneddin'e muhalif kaldilar.
Osmanlı tarihine yön veren birçok şehzadenin Amasya'da yetişerek görev yapmış olması nedeniyledir ki, Amasya Osmanlı tarihinde "şehzadeler şehri" olarak meşhur olmuştur. Bu şehzadeler arasında; Çelebi Sultan Mehmet, II. Murat,i Fatih Sultan Mehmet ve II. Beyazid gibi sonradan padişah olmuş olanlarda vardır. Ayrıca, Amasya'da görev yapış ve burada ölmüş bazı şehzadeler de bilinmektedir. Bu şehzadelerden bazılarının türbeleri yakın geçmişe kadar ayaktayken günümüzde mevcut değildir.
Osmanlılar devresinde Amasya, 15. yüzyılın ilk yarısından itibaren şehzadelerin görev yaptığı bir sancak ve aynı zamanda da Eyalet-i Rum'un da merkezi konumundadır. Farklı dönemlerde yapılan nüfus sayımlarından elde edilen veriler, Amasya sancağı’nda Ermenilerin Müslümanlara kıyasla sayıca çok az olduğunu göstermektedir. Bu nüfusa rağmen Amasya’da Ermeni faaliyetlerine hız kazandıran faktör, artan misyonerlik faaliyetleri kapsamındaki eğitim kurumlarıdır. Örneğin Amasya’nın kazası olan Merzifon’da 1863 de bir Amerikan Ruhban Okulu ve Teoloji Semineri açılmıştır.
Osmanlılar tarafından fethedildiği tarihten itibaren şehzadeler tahtgâhı olan Amasya, Şehzade Beyazid'in 976H./1559M. Tarihinde İran'a firar etmesinden sonra şehzade (çelebi sultan) sancaklığından çıkarılmış ve bu tarihten sonra Amasya'da hiçbir şehzade görevde bulunmamıştır. Celalî İsyanlarının bastırılması sonrasında Amasya'da Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarına kadar kayda değer bir hareketliliğin yaşanmadığı bilinmektedir.
Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri tarafından Osmanlı işgal edilmeye başlanmış ve bu sırada 19 Mayıs 1919 yılında bir umut ışığı olarak Samsun'a gelen Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları 12 Haziran 1919 tarihinde de Amasya'ya gelmiş ve 22 Haziran 1919 tarihinde Amasya Tamimi olarak bilinen kurtuluş genelgesini bütün yurda Amasya'dan ilan etmiştir.
Bu nedenle denilebilir ki, 1402 tarihinden sonra yaşanan Fetret Devrinde Osmanlı birliğini sağlamaya çalışan Çelebi Sultan Mehmet'e sağlam bir sığınak olan Amasya, ikinci fetret devri denilebilecek Ulusal Kurtuluş Savaşında da kurtuluş mücadelesinin önemli bir ilkesi olan "Ulusun bağımsızlığını ancak ulusun azim ve kararı kurtaracaktır" kararının alındığı merkez olması açısından tarihi bir görev üstlenmiştir.
EK 1: AMASYA ADININ KÖKENİ
Eskiçağda birçok Anadolu şehrinin kurucusu (ktistes) tanrısı veya kahramanının olduğu bilinmektedir. Bu mitolojik kuruluş Amasya içinde geçerlidir. Roma İmparatoru Septimius Severus (M.S. 193-211) dönemine ait bir Amasya sikkesi üzerinde yer alan EPMHC KTICAC THN NOAIN yazıtından hareketle Hermes'in Amasya kentinin kurusu tanrısı olduğu kabul edilmektedir.
Bu kısa açıklamadan sonra Amasya adının tarihçesine gelecek olursak;
Hitit belgelerine göre Amasya'nın bilinen ilk adının Hakmiş [Khakm(p)is] olduğu sanılmaktadır. Bu isim olasılıkla Perslerin Amasya'yı fethine kadar devam etmiştir. Amasya'nın Pontus dönemindeki adı " Amasseia " dır. Özellikle M.Ö. II. yüzyıldan itibaren darp edilen Amasya şehir sikkelerinde AMA€€EİA ibaresi açıkça görülmektedir. Zaten coğrafyacı Strabon'da Amasya için Ameseia sözcüğünü kullanmaktadır.
Amaseia sözcüğü 'Ana' anlamına gelen ve özellikle ' Ana Tanrıça' yı kasteden 'Ama' ve onun çeşitlemesi olan ' Mâ' ibaresi ile bağlantılıdır. Bundan hareketle denilebilir ki Ameseia " Ana Tanrıça Mâ'nın şehri" anlamına gelmektedir.
Ana Tanrıça Mâ, Perslerin Anadolu'yu fethinden sonra tapımı yaygınlaşan doğru kökenli bir tanrıçadır. Aynı zamanda bu tanrıça Pontus ve Kapadokya'nın yerel tanrıçasıdır. Ameseia sözcüğü de Persler zamanındaki asıl söyleniş şeklinin Hellen ağzına uydurulmuş biçimidir.
Roma döneminde Amaseia adı fazla bir değişikliğe uğramadan AMACIAC ( Amaseia) olarak kullanılmıştır. Örneğin, İmprartar Septimius Severus, Caracalla ve Severus Alexander döneminde darp edilmiş Amasya şehri sikkelerinde AMACIAC adını görmekteyiz.
Bizans Devrinde de Amaseia adının değişmeden devam ettiği bilinmektedir.
Amasya'nın adı Danişmendliler zamanında ise bazen Amasiyye, Bazen de Şehr-i Haraşna olarak alınmıştır. Şelçuklu, İlhanlı, Beylikler ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde de Amasya adı herhangi bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir.
Amasya adının kökeni konusunda, günümüzde artık geçerliliğini kaybetmiş olan ve bilimsel bir temele dayanmayan bazı iddialar da ortaya atılmıştır. Bu iddialar arasında Amasya adının Mısır kralı Amasis'ten veya Ermeni kralı Amasyus'tan gelmiş olabileceği şeklinde bazı yaklaşımlar da vardır.
6. AMASYA II.BEYAZIT KÜLLİYESİ- BİMARHANE PROMENATI
Amasya kent merkezi olarak da tanımlayabileceğimiz Yalıboyu aksında, II. Beyazıd Külliyesi ve Bimarhane arasında kalan alan bu çalışmanın odağını oluşturmaktadır. Bundan önceki bölümler kenti tanıtmak, duygusunu kazandırmak için yapılmıştır. (HARİTA 8,9,10) (ŞEKİL 2)
Kentlerin kullanım şekilleri, onların gündelik yaşama katılma miktarları, o kentin yaşarlılığını ve sürdürülebilirliliğini yansıtır.
6.1 KENTSEL MEKÂNLARIN DEĞİŞİM SÜRECİ
Seçilen mekânda ve kentin genel dokusunda gerçekleştirilen fiziksel değişim analizleri sonucunda bir takım ekonomik, siyasi, teknolojik, sosyal ve kültürel değişimlere bağlı olarak, kentsel açık mekânların kullanım amaç ve biçimlerinde farklılaşmaların yaşandığı belirlenmiştir. Din ve ticaret her zaman önemli bir toplanma mekânı işlevi özelliği taşımış; ekonominin zayıf olduğu ya da siyasi baskının kuvvetli hissedildiği dönemlerde dini toplanma mekânları ön plana çıkarken, ekonominin güçlendiği dönemlerde ticari toplanma mekânları önem kazanmıştır. Nitekim tüm bu değişimler özellikle kentsel açık mekânlar arası hiyerarşi açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nda İstanbul hükümetinin güçlü olduğu ve ardından ekonominin zayıfladığı dönemlerde külliye en önemli toplanma mekânı ve dini merkez özelliğini taşımıştır. Kentlerin ekonomileriyle ayakta kalmaya çalıştığı 18. yüzyılda ise ağırlık ticari merkeze, Bedesten ve çevresine doğru kaymıştır.
19. yüzyıldaki Tanzimat’la hareketlenen siyasi gelişmelere bağlı olarak da, kentin kuzeydoğusunda idari merkez gelişmiş ve önem kazanmıştır. Cumhuriyet döneminde de bir süreç devam etmiş, Cumhuriyet döneminin planlı ilk kentsel açık mekânı bu merkezin ve hükümet köprüsünün karşısında inşa edilmiştir. Yetmişli yıllardan başlayarak, kentsel planlama ve koruma ile ilgili yaklaşımlar farklılaştıkça, tarihi dokular ve çevrelerindeki açık alanlar önem kazanmış; yıllardır unutulan Hatuniye Mahallesi kentin en prestijli mekânı haline gelmiştir. Kent tarihinin işlev kazandırılarak korunma çabaları sonucu güçlenen turizm olgusu ve toplumsal talep karşısında kentte kurulan yüksek eğitim kurumları Amasya kent nüfusunun yapısını ve dağılımını değiştirmiş, açık alanlar konusunda yeni talepleri doğurmuştur. Sonunda, 21. yüzyıl başında hizmete giren promenat tarihi kentlerdeki açık mekânlara yaklaşım açısından diğerlerinden farklı bir örnek olarak belirmiştir. Ulaşım teknolojilerinin gelişimi ve ulaşım aksındaki değişimler de, kentsel açık mekânların kullanımını etkilemiştir. Kente 20. yüzyılın ilk çeyreğinin sonunda ulaşan demiryolu istasyon çevresinin belli bir dönem canlanmasına neden olsa da, bu durum uzun süreli olmamıştır.
Bu çevrede tercih edilen bir toplanma mekânının oluşmaması, demiryolunun yolcu taşımacılığından daha çok mal taşımacılığı amacıyla kullanılıyor olması ve kente çok geç bir dönemde, giderek otomobilin ön plana çıktığı bir dönemde gelmesi gibi nedenlerle açıklanabilmektedir. Kent içinde Cumhuriyet dönemi sonrası tarihi kent dokusu ölçeğine göre oldukça geniş boyutlarda planlanan Ziya Paşa Bulvarı ve Mustafa Kemal Paşa Caddesi oluşturdukları kuvvetli aks üzerindeki kentsel açık mekânların kullanımına olumlu katkılarda bulunmuşlardır. Örneğin, 20. yüzyıl başında yaşanan yangın sonrası kullanım oranlarında azalma görülen II. Bayezid Külliyesi Ziya Paşa Bulvarı’nın yapımını takiben tekrardan yoğun kullanılmaya başlamıştır. (Sultan II. Bayezid Külliyesi, ilkçağlardan itibaren dini amaçlı bir toplanma mekânı olarak kullanılmaya başlamış, yalnız 15. ile 18. Yüzyıl arasında siyasi bir görev üstlenmesinin dışında, uzun yıllar boyunca kavramsal açıdan değişikliğe uğramadan bir takım biçimsel değişikliklerle bugüne ulaşmıştır). Burada değinilmesi gereken bir diğer nokta da Amasya’nın yaşadığı yangın, deprem, taşkın gibi felaketlerin kent doku ve açık alanlar üzerindeki etkisidir. Genel olarak kent dokusuna zarar veren bu felaketler bazen de teknolojiye bağlı yeni yapılanmalar için kolaylıklar sağlamıştır. 1915 yangını tarihi çekirdekteki önemli bir dokunu kaybolmasına neden olmuş; fakat bu doku kaybı sosyo-ekonomik yapının talep ettiği yeni ulaşım akslarının planlanmasını kolaylaştırmıştır. Ziya Paşa Bulvarı yangının oluşturduğu bu boşlukta gerçekleştirilmiştir. Yine teknolojik değişimler yeni yapı malzemelerinin ve inşaat sistemlerinin kullanılmasına, bu da tarihi kentsel açık mekânlar çevresinde ölçek ve doku değişimine neden olmaktadır. Bu durum özellikle Yavuz Selim Meydanı’nda göze çarpmaktadır. Planlandığı ilk yıllardaki çevre dokusu ahşap az katlı binalardan oluşurken, yıllar geçtikçe yüksek katlı betonarme binalar tarafından çevrelenmiştir. Yüksek binaların baskısı altında ezilen meydanın, bu baskıdan kurtarılması amacıyla gerçekleştirilen istimlâklerle mekân genişletilmiş; fakat bu sefer de yatay boyutta ölçeksizlik sorunuyla karşılaşılmıştır. Bugün bu durum kullanıcılar tarafından eksik konfor koşullarından biri olarak gösterilmekte ve kullanımı azaltıcı bir neden olarak belirmektedir. II Bayezid Külliyesi kendi mekânını tanımlayan çevre duvarları sayesinde ölçek kaybını fazlaca hissetmezken, Hatuniye Mahallesi 1980 sonrası alınan koruma kararlarının yardımıyla bu durumdan meydana göre daha az oranda etkilenmiştir.
1980 sonrası yaşanan değişimler sonucunda Hatuniye mahallesine taşınanların sayısının arttığı, özellikle imaj ve yaşanabilirlik değerlerinde yükselme olduğu anlaşılmaktadır. II. Bayezid Külliyesi değişimin başarılı bulunduğu bir diğer alan olarak ortaya çıkmaktadır. Fiziksel açıdan yüzyıllardır pek fazla değişim yaşadığı söylenemeyecek külliyenin, Mustafa Kemal Paşa Caddesi ve Ziya Paşa Bulvarı’nda gerçekleşen gelişmelere bağlı olarak, belirli bir değişim sürecinden geçtiği ifade edilebilmektedir. Mustafa Kemal Paşa Caddesi tarafındaki yüksek katlı yapılaşmanın külliye üzerinde az da olsa bir negatif etkisi olduğu bilinmektedir. Burada söz konusu olan Ziya Paşa Bulvarında artan konfor koşulları ve ulaşımı rahatlatma çabaları ile promenatın bölgeye yaptığı katkıdır. (Yavuz Selim Meydanı Helkis köprüsü karşısındaki konumuyla ilkçağlardan itibaren önemli bir toplanma alanı olduğuna dair önemli ipuçları taşımaktadır. Osmanlılar döneminde ticari ve idari merkez arasında sıkışmış bir konut dokusuna ev sahipliği yaptığı bilinen bu alanın, özellikle Türklerden önceki dönemlerde kale kentin dışarı açılma noktalarından biri olduğu bilinmektedir. Cumhuriyet idaresi tarafından kentin resmi tören ve toplanma alanı olarak seçilmesinde de tarihi sürekliliğin dikkate alındığı ve Tanzimat’tan itibaren kentin idari merkezi olan bölgenin tam karşısında planlandığı dikkati çekmektedir). Yavuz Selim Meydanı’nda yaşanan değişim ise başarısız olarak nitelendirilmektedir. Meydan 1983 sonrası gerçekleştirilen ölçeksiz büyümenin ya da bir başka deyişle, yaratılan yeni boyutlarına ve içinde bulunduğu tarihi kent dokusuna uygun bir kentsel açık mekân olarak tasarlanmamasının sıkıntılarını çekmektedir. (HARİTA 11) 1983 sonrası yaşanan son değişim 21. yüzyılın gereksinimlerine yeterli cevabı verememektir. Tüm bunlara rağmen, Yavuz Selim Meydanı taşıdığı kent meydanı kimliği ile kentin en önemli buluşma noktasıdır.
6.1.1 BİMARHANE
Yaptıran: Anber Ağa ve Anadolu Emiri Ahmed Bey
Yapılış Tarihi: 708 H / 1308-1309
Dikdörtgen bir avlu etrafında, uzun eksene paralel iki revak sırası ve bu revakların gerisinde çeşitli mekânlar yer almış, giriş eyvanı ile karşısındaki ana eyvanla da yapı, avlulu iki eyvanlı bir şemaya sahip olmuştur. Ana eyvan sivri bir kemerle avluya açılmıştır. Üstü ise çatı-tonoz sistemiyle örtülmüştür. Ana eyvanın doğu duvarında iki yanı tuğla örgü söveli yüksek bir dikdörtgen pencere bulunur. Eyvanın iki yanında yer alan köşe mekânlarına, revaklara açılan yay kemerli birer kapı ile girilir. Enine dikdörtgen olan bu köşe mekânlarının üstü birer beşik tonozla örtülmüştür. Avlunun iki tarafındaki revaklar ise zar, mukarnaslı ve profilli olarak çeşitlilik gösteren başlıklara sahip sütunlara dayanan muntazam kesme taştan sivri kemerlerle meydana getirilmiştir. Üzeri düz taş bloklarla geçilerek örtülmüş revakların gerisinde yer alan uzun salonlar halindeki mekânlar yay kemerli üçer kapı ile revaklara açılır. Bu salonlar tuğladan sivri kemerlerin desteklediği uzun beşik tonozla kapatılmıştır. Bu kemerler beden duvarları içine yerleştirilmiş bingi taşlarına oturmakta ve mekânlar da mazgal pencerelerle dışa alınmaktadır.
Revakların altına doğrudan doğruya bir kemerle bağlanan iki taraftaki beşik tonoz örtülü eyvanımsı mekanlar, adeta portal eyvanının iki tarafında bulunan mekanlara geçiş imkanı veren koridorlar halindedir. Batıdaki köşe mekânlarının giriş kapıları, doğudakilerden farklı olarak duvar örgü dokusuyla meydana getirimiş olup sivri kemerlidir. Taçkapı tarafındaki köşe mekânlarının önemli bir özelliği, büyük birer pencereyle batı cephesine açılmış olmalarıdır. Bunlar yan cephelere ise birer mazgal pencereyle açılırlar. Abidevi bir eyvan görünüşündeki taçkapı mekânı sivri kemerli, beşik tonoz örtülüdür. İki yanda yay kemerli birer niş burayı hacim olarak daha etkili kılar. Taçkapı açıklığı ise kırık yay kemerli ve iki yanı profilli bir şekilde inşa edilmiş bir nişle cepheye bağlanmıştır.
Mimari özellikleri bakımından yapı caddeye açılan batı cephesiyle abidevi etkisini günümüze kadar sürdürmüştür. Muntazam kesme taştan örülmüş bu cephe üstten ince profilli taş frizle sınırlanırken, üçte bir oranında daha yüksek ve taşkın olan portal, sahip olduğu plastik özelliğiyle cepheye hakim bir ifade yaratmaktadır. Fakat bu hakimiyet portalin iki tarafında yer alan büyük birer pencereyle sağlandığı gibi, bu cepheyi iki yandan sınırlayan silindirik köşe kuleleriyle dengelenerek simetrik bir ifade kazanmaktadır. Böylece binanın giriş cephesi, geleneksel Anadolu Selçuklu yapı özelliğinin bir ifadesi olmuştur. Doğu, batı ve kuzey cepheler ise gelişigüzel taşlarla örülmüş ve birer payanda ile desteklenerek orijinal durumları kaybolmuş biçimde günümüze kadar gelebilmiştir.
Darüşşifanın avlu cephesi ise çeşitlilik gösteren sütunlar ve başlıkları üzerinde yükselen sivri kemerli revaklar, muntazam kesme taştan eyvan kemerleri ve taş yüzeylerle dikey hatların hakim olduğu izlenimini vermektedir. Yapıda dış cephe tezyinatı olarak başlıca süsleme unsuru, taş işçiliğin ifadelendirdiği portal ve iki yanında yer alan iki dikdörtgen penceredir. Darüşşifanın portal ve avlu cephesini oluşturan unsurlarda bütünüyle muntazam kesme taş kullanılmıştır. Sütunlar ve sütun başlıkları taştandır. Dış duvarlar ve tonoz örtülerde muntazam olmayan taş örgü görülürken, açılmayı önleyici tonoz kemerlerinde tuğla örgü mevcuttur. (ŞEKİL 3,4,5)
Yakutiye mahallesinde, Yeşilırmak'a paralel olarak uzanan cadde kenarında medrese plan şemasında inşa edilmiş olan Darüşşifanın portali üzerinde portal nişini üç yönde tek satır halinde dolanan Arapça kitabesinden, yapıyı 1308 yılında, İlhanlı hükümdarı Sultan Olcaytu Mehmed Han'ın karısı İlduş Hatun'un kölesi olan Anber b.Abdullah ile Anadolu Emiri Ahmed Bey'in inşa ettirdiği öğrenilmektedir. Darüşşifanın günümüze ulaşmamış vakfiyesinin 1312‘de düzenlendiği de bilinmektedir. Ama 1520 tarihli tahrir defterinde 3887akçe olan geliri,1576 tahririnde 8737 akçeye yükselmiştir. Darüş-şifa denilebilir ki, hem hastane hem de tıp bilgilerinin verildiği bir medreseydi. Eğitim gören talebelere hekimlik bilgileri teorik ve uygulamalı olarak gösterilmekteydi. 1386 yılında doğan Sabuncu-zade Şerafeddin 14 yıl burada hekimlik yapmıştır. Burası, tanzimatla birlikte önemini yitirmiş, ipek böceği kozalarının pazaryeri, bir ara da Amasya esnafının deposu olarak kullanılmıştır. 1939 depreminde harap duruma düşmüş ve 1945 yılında onarım görmüştür. En son olarak 1992 yılında yenileme çalışmalarına başlanmış 1997 yılında da tamamlanmıştır. Milli Eğitim Müdürlüğü Halk Eğitimi Merkezi Güzel Sanatlar Galerisi olarak hizmete açılan Bimarhane, 1999 yılından itibaren de Belediye Konservatuarına devredilmiştir.
6.1.2 II. BEYAZID KÜLLİYESİ
Yaptıran: Sultan II. Bayezid
Yapılış Tarihi: 886 – 891 H / 1481-1486
Beş bölümlü bir son cemaat yerinin altındaki anıtsal portalden girilen cami, ard arda sıralanmış, kare planlı iki mekân ve bu mekânlara açılan yan mekânlardan oluşmaktadır. Oldukça ferah olan iç mekân birçok pencere ile aydınlatılmaktadır. Plan özellikleri incelenecek olursa, zaviyeli veya çok-fonksiyonlu camilerden, merkezi planlı camilere geçişte önemli bir adımın Amasya II.Bayezid Camisi ile atıldığı düşünülebilir. Caminin batısında yer alan medrese, dershanenin yanına U şeklinde, iki kollu olarak dizilmiş on sekiz adet hücreden meydana gelmektedir.
Tamamen kesme taştan yapılmış caminin minarelerinde tuğla ile yapılmış süslemeler görülmektedir. Sövelerde ve son cemaat yerinde mermer de kullanılmıştır. Portalde stalâktitler ve iç mekânda pencere ve kapılarda görülen ahşap işçiliği oldukça nitelikli uygulamalardır. Medresenin de cami gibi kesme taştan yapıldığı külliyede üst örtüler tamamen kurşun kaplamadır.
Külliye, Amasya’yı doğudan batıya ırmağa paralel büyük yolun güneyinde Alçak Köprü hizasındadır. Dört tarafı yüksek kâgir duvarlarla çevrili, kuzey ve güney taraflarında birer tane olmak üzere 6 kapısı bulunur. Batı kısmında 16 odalı medrese karşısında imaret, kiler ile bunun güneyinde mektep ve caminin önünde şadırvan bulunmaktadır. Osmanlı mimarisinin en karakteristik eserleri arasında yer alır.
Amasya’daki tek “selatin” eseri olan külliye yapıları içerisinde cami, medrese, imaret, muvakkithane ve türbe bulunmaktadır. Sultan Bayezid’in emri ile Amasya Valisi Şehzade Ahmed tarafından yaptırılmıştır. Sultan Bayezid’in kendi adına yaptırdığı diğer külliyeler; Edirne (1484-1488) ve İstanbul’dadır (1501-1506) (Aslanapa, 1996). Bu külliyelerin camilerinde hep merkezi plana doğru gelişme gözlenmektedir. H.999 ve 1079’daki depremlerden zarar gören caminin, H.993’te son cemaat yeri kubbe ve kemerleri yıkılıp tamir edilmiş, H.1197’deki depremde orta mekânın kemeri çökmüş, kubbeler çatlamış, sağ minare eğilmiş, imaret ve tabhanenin kubbesi yarılmıştır. H.1197’de sıcak su ile abdest almak için kuzey kısmına bir tesis eklenmiştir. 1840 yılında Kapancızade Hüseyin Zeki Efendi tarafından külliye avlusuna bir muvakkithane yaptırılmıştır. Günümüzde medrese kütüphane, muvakkithane ise cami görevlilerinin odası olarak kullanılmaktadır.
6.1.3 BEDESTEN
Yaptıran: Sultan II. Bayezıd’in Kapı Ağalarından Hüseyin Ağa
Yapılış Tarihi: 1483
Osmanlı şehirciliğinin belli başlı merkezlerde meydana getirdiği sistemin bir tekrarı niteliğinde olup, orijinal ölçülerine göre orta boy bir bedestendir. Orijinalinde altı kubbeli bir yapı olup emsallerinden büyük olduğundan emsalleri arasında bir çeşitleme olarak görülmektedir. Bedesten Osmanlı döneminde gelişen büyük bir çarşı bölgesinde yer alır.
Plan şemasına göre ortada iki büyük ayağın taşıdığı kemerlerle altı kubbeli, dört kapılı, doğusunda arastaya açılan diğer cephelerde kemerli dükkânlarla desteklenmiş bir yapı iken 1970’li yıllarda kuzeydeki iki kubbeli mekânı, özel idare iş hanı yapımı sırasında ortadan kaldırılmış ve onarımlar sonucu bu günkü dört kubbesi ile ayakta kalabilmiştir.
2009 yılının sonlarında ise bedestenin iç alanını yeniden düzenlemek için oradakidükkânlarıhemen bedestenin karşısında belediye tarafından yapılan iş merkezine taşınmıştır. Şu an hala bedestende çalışmalar devam etmektedir.
7. SONUÇ
Kentler birçok faktörü gözeterek kurulurlar, gelişirler. Bu gelişim sürecinde kullanılan mekânların ‘nasıl’ kullanıldıkları kentin kimliğine bazen bir gelişim bazense bir gerileme olarak yansır.
Amasya, etrafı dağlarla çevrili bir kent olduğundan dolayı gelişim süreci lineer olarak kendini var etmiştir. Bu coğrafik durum ise kentte oluşan kötü kullanımları kamufle eder niteliktedir. Ancak yine de bu durum dahi bazı kullanım alanlarını kötüye gitmekten kurtaramamıştır. Bazı alanlar ise bunun tam tersi davranarak, kendi kimliğini korumuş hatta geleceğe taşıyabilecek şekilde yeniden değerlendirilmiştir. Bu durumları birkaç örnekle açıklamak gerekirse, bunların başında kentin en eski yapılarından biri olan Bimarhane yer alır. Tıp medresesi olarak inşa edilen yapı, zamanla sinir hastalıklarının tedavi edildiği önemli bir yere dönüşürken, günümüzde de konservatuar olarak kullanılmaktadır. Bu durumda şunu söyleyebilirim ki, bir yapıyı, onun tarihini, kimliğini korumak yalnızca yapının iskelesini onarıp seyredilir bir nesne olarak bırakmak değil, onu yeniden günümüz koşullarına uygun bir biçimde yaşatabilmektir. Diğer yandan ise, Amasya’nın kent kimliğini ve kültürünü en iyi yansıtan mekânların bugün kimi yerlerde sahipsiz bırakılması, kimi yerlerde işlevsiz bırakılması, kimi yerlerde ise oraya ait olanın taşınması olarak karşımıza çıkmakta. Örneğin, yıllardır Bakırcılar Çarşısı olarak bilinen Taşhan, bugün içi boşaltılmış ve akibeti bilinmemektedir. Kentin kültürünü belki de en iyi yansıtan bakırcılar ise ‘yer’siz bırakılarak başka bir yere taşınmıştır. Bir diğer çarpıcı örnek ise Bedesten’dir. Osmanlı’nın mirası olarak Amasya’ya bıraktığı önemli bir yapıdır. Uzun yıllardır içerisinde küçük küçük dükkânların bulunduğu Bedesten günümüzde bir iş merkezine taşınmıştır. Bu taşınma, Bedesten’in kent belleğindeki yerini yadsımakta ve kent kültürünü hiçe saymaktadır.
Bugün birçok kentte yaşanan kimliksizleştirme hali Amasya’da da son dönemlerde boy göstermeye başlamıştır. Oysa kentler yaşarlılıklarını; tarihlerini, kimliklerini koruyarak ve geleceğe taşıyarak koruyabilirler.
8. KAYNAKLAR
. Amasya Araştırmaları Sempozyumu Bildirimleri 1. ve 2. cilt, TC. Amasya Valiliği Yayınları
. Amasya Müzesi, TC. Amasya Valiliği Yayınları
. DİE (1997) Köy Envanter Etütleri, Amasya Devlet İstatistik Enstitüsü Yayını, Ankara
. DTP(2003) İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması, DTP Yayınları No: 2671, Ankara
. Tarihin Tanığı Amasya, TC. Amasya Valiliği Yayınları
. http://amasya.blogspot.com
. http://tez.yok.gov.tr
. http://www.amasya.gov.tr/
EsOGÜ '10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder